Vahdet Nafiz Aksu

ANA SAYFABUGÜNKÜ ERZURUMYEREL YAZILAR MAKALE / FIKRA / ÖYKÜ ERZURUM YAZILARI KİTABITÜM ŞİİRLERİM PDF

serbest  şiirlerimheceyle şiirlerim heceyle rübailer sesli şiirlerim resimli şiirlerimşiir sunuları

 

Vahdet Nafiz Aksu

E-KANAL CANLI YAYIN

TRT'DEKİ SÖYLEŞİLERİM

USTALARDAN SESLİ ŞİİRLER

ŞİİR VİDEOLARI -VNA

HER ŞEYİN BAŞLADIĞI ŞEHİR

ÖNERİLER/ETKİNLİKLER

STRATEJİK HEDEFLER

BELGELERLE ERMENİ ZULMÜ

NET KÜTÜPHANE

100 TEMEL ESER

TARİH/ KÜLTÜR SOHBETLERİ

OSMANLI TARİHİ

SARI GELİN KİMİN TÜRKÜSÜ

ERZURUM  FIKRALARI

ÖZGEÇMİŞİM

FOTOBEN

KİTAPLARIM



SÖZÜN SERHADDİ DUA




stratejik araştırma kurumları

araştırmacılar için kaynaklar

Türk dünyası araştırmaları

filozofların fikir dünyası

mevlana ney ve sema

Türk edebiyatı kolleksiyonu

edebiyat söyleşileri

düşünce dergi ve siteleri

e-kitap bankası

altı çizili satırlar

kuran ufku

öğrenciler için kaynaklar

ekovart tv-sanat haberleri

Türk islâm sanatları

kültür ve turizm bakanlığı

kent kent yeryüzü

yapı kredi kültür-sanat

gazetelerin birinci sayfaları

yerel medya

gazetelerin internet sayfaları

bebek ve anne com

gerekli tüm linkler



 
SIK DİNLEDİKLERİM

 




kelâm-ı kibar


 

 

  İletişim Formu


 

bu sayaçtan önceki ziyaretçi:
165900

 

 

Google Site

 

 

 
 
KÜRT DOSTUM DEDİ Kİ…

Uzun zamandır görüşemediğim değerli bir dostum dün telefon etti. Hoş beşten sonra sözü “ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKTI, ATEŞ SEKSEN MİLYONUN KALBİNE DÜŞTÜ…” Başlıklı yazımıza getirdi.

Aktütün karakoluna yapılan menfur baskının yanı sıra, genel olarak Kürt meselesi konusunda da bazı önemli şeyler söyleyen dostumu can kulağıyla dinledim. Çünkü kendisi de Kürt olan değerli dostum, sadece Erzurum’da yaşayan Kürt kardeşlerimizle değil, Doğu ve Güneydoğudaki birçok önemli şahsiyetle arkadaşlığı olan, ailesi itibarıyla onlar üzerinde nüfuzu bulunan bir zat.

İlk olarak bana “Mesele asla Türk-Kürt meselesi değil, Türk’le Kürdü birbirine düşürme, bir iç savaşa sürükleme, böylece de Türkiye’nin bölgedeki gücünü zayıflatma meselesidir.” Dedi. Birkaç gün önce Güneydoğu’da baba dostu bir büyüğünün cenaze namazına katılmış. Namazda ve taziyede binlerce kişi varmış. Hepsi devletine bağlı, mütedeyyin insanlarmış.

“Beraber kıbleye yönelip, birlikte tekbir getirdiğimiz bu binlerce insanın gözlerinde bu vatana, millete bağlılıktan başka bir ifade görmedim” dedi dostum ve şöyle sürdürdü konuşmasını: “Kandırılmamış, politize olmamış, ham hayallerle hipnotize edilmemiş geniş Kürt tabanı dinine, imanına son derece bağlıdır. İnançları ona, vatana sadakati ve ululemre itaati emreder… Mütedeyyin Kürt çoğunluktan bu vatana ihanet gelmez ve o yüreklerde ayrılıkçı fikirler serpilip gelişemez… O yüzden kanlı örgütün bir amacı da bölgede dinin etkisini azaltmak, dini bakımdan etkili şahsiyetlerle toplumun arasını açmak oldu… Büyük bölümü zaten devletine bağlı ahalinin bu tavrını sürekli kılmak ve örgüte ya da onun siyasi uzantılarına sempatisi olanları tekrar kazanmak için dini duyarlılıkları incitmemek son derece önemli...”

Değerli dostumun değerlendirmeleri bundan ibaret değil, sizlere dikkatimi çeken bölümleri özetleyerek aktardım.

Sorunu sadece ekonomik nedenlere indirgeyen ve çözümü de sadece ekonomik çarelerde arayan yaklaşımlara mesafeliyim. Etno milliyetçiliğe dayanan örgütün taban bulmasında elbette geri kalmışlık bir faktör. Ama ondan daha derin nedenler de var. Türk’le Kürt’ü kardeşlik potasında eriten kültürel zeminin ve inanç kimyasının ortadan kaldırılması, en az ekonomik nedenler kadar terörü besliyor, korkunç bir canavar haline getiriyor.
Terörle mücadelede Kürt-Türk kardeşliğini ön plana alan yaklaşımların doğruluğuna hep inandım. Zaten genel olarak toplumun eğilimi de bu doğrultuda değil mi? Yıllarca şehit cenazelerinde kara yaslar tutan binlerce yüreği yanmış insan, öfkeli yüzlerini hiç Kürt kardeşlerine çevirmediler. Büyük bir basiret ve olgunluk sergileyip sapla samanı karıştırmadılar.

Doğru tavır budur. Evet, büyük devlete, köklü millete teenni yakışır. Uzun vadede yararlı olacak kararlılıklar, anlık öfkelere tercih edilmelidir.

Vatan bütünlüğü söz konusu olduğunda şefkat ayarını tutturabilmek her zaman kolay olmaz. Ama özellikle Etno milliyetçilikten beslenen terör örgütleriyle mücadele edilirken şefkat ve öfke ayarı, ilaç kimyası kadar önemli hale gelir… Burada doz idrakinden uzaklaşmak ilacı zehir haline getirebilir.

Bölge halkının yüreğinin Etno milliyetçi örgüte meyletmesini ancak içten şefkat ve samimi sevgiyle önleyebiliriz. Ama öte yandan, eş zamanlı olarak örgüt ve onların siyasi hempalarına kahredici yumruğu indirmekte de hiç tereddüt edilmemeli… Buradaki metot ve hedefi şöyle formüle edeceğiz: Halka sonsuz güven ve şefkat; örgüte şiddetli ve sürekli darbe… Bölge halkına asla yan gözle bakmamak, örgüte bir an bile soluk aldırmamak…

Bugüne kadar bu ayarı pek tutturamadığımızı, sohbetimiz esnasında dostumla karşılıklı dile getirdik. Evet, bugüne kadar yürütülen sırf askeri tedbirler doğal olarak terörün köküne kibrit suyu dökemedi; doz idrakinden yoksun alttan alma politikaları ne yazık ki “kararsızlık, gevşeklik, güçsüzlük” olarak algılandı.

Şöyle bir hafızamızı yoklayalım… İçimize dal budak salan bu zehirli kökün gelişim seyrini hatırlayalım. Çözümü hep askere havale edip, anlık ataklarla, sloganlarla yatıp kalktık… Diyarbakır’da Bakanlar Kurulu toplayıp “Kürt realitesini tanımak.”, “AB’NİN yolunu Diyarbakır’dan geçirmek” gibi devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan romantik işlerle vakit geçirdik. Bu mücadele yiğitlikle kahpeliğin mücadelesiydi. Küresel kahpeler, dağ kahpelerine omuz verince, kahpeliğin bayrağı bazı tepelerde dalgalanır oldu. Karakollar şahadet istasyonuna bu yüzden dönüştü.

Önceki yazıda da belirttim. Bu meselede elbette dış güçlerin parmağı var. Ama lütfen şu her olumsuzluğu dış güçlere havale edip sorumluluktan kaçma kolaycılığını terk edelim. Hani nerdeyse, yolda yürürken arı soksa “Bu dış güçlerin işi, kesinlikle ABD komplosu” diyeceğiz. En muhkem kale bile istilaya açıktır. Kale içindekilerin görevi, kalenin içini sağlam tutmaktır. Maddi ve manevi istihkâmı yeterince gerçekleştirmeyip, kabahati düşmana yükleme zilletine artık bir son verelim.

Bu meselede de öncelikle gözümüzü içe çevirmeli, aksaklıkları, eksiklikleri süratle gidermeliyiz. İçte yumruk gibi olursak, dışın yumruğuyla savrulmaz, daha ilk rauntta nakavt olmayız…

Söylediğim gibi dostum din kardeşliğine vurgu yaptı. Ne kadar haklı… “Bu milleti yüzyıllardır et tırnak halinde yaşatan kimyayı bozmamalıyız. Bozulma varsa derhal tamir etmeliyiz.” Dedi, ne kadar doğru…

Etle tırnak gibiyiz deyince hatırıma geldi. İnsanoğlunun icat ettiği en acı veren işkence yöntemlerinin başında “Tırnak sökme” geliyor. Etin tırnaktan ayrılması ne büyük ıstıraptır, Allah başa vermesin! Türk – Kürt etle tırnak gibidir sözünü ne zaman işitsem “Amenna” derim… Evet, öyledir ve hatta benim için ondan da öte bir şeydir, ilişki daha da derindir. Ne zaman Kürt Türk ayrımıyla ilgili sözler işitsem, etimden tırnak sökülmüyor, bir haşin pençeyle göğsümden yüreğim çekilip alınıyor. Öylesine acı ve ıstırap duyuyorum. Sadece ben değil, bütün millet duyuyor… Ve konuşmamızdan anladım ki, Kürt dostum da aynı ıstırabı hissediyor.

Aslında, telefonda dostumun sık sık vurguladığı gibi biz sadece din kardeşi değiliz, aynı zamanda kan kardeşiyiz de… Aynı kanı mı taşıyoruz diye sakın itiraz etmeyin. Nasıl kan kardeşi olunur bilirsiniz. İki şahıs parmaklarını bıçak ucuyla kanatıp, kanlarını katarlar birbirine… Türk ile Kürt bin yıldır zafer savaşlarında ve hezimetle sonuçlanan harplerde kanlarını kattılar birbirlerine… Malazgirt’te, Çanakkale’de, Sakarya’da bayrağa al renk vermek için yarıştılar.

Türkün şanlı bayrağındaki asil kan Türkü ve Kürdü kan kardeşi yapan müşterek kan değil midir? Bayrağımızdaki hilal en büyük müşterekimizdir. Hilal İslam inancını temsil eder. Ve biz Kürtlerle iman kardeşiyiz. Bundan büyük kardeşlik olur mu? Sonra bayrağımızdaki yıldız, gücü kuvveti temsil eder. Biz ancak kardeş olursak güçlü oluruz. Yıldızımız, yani gücümüz arttıkça hilalin, yani İslam'ın gücü aratacaktır. İman sahibi Kürt kardeşlerimizin kahir ekseriyeti bu şuurdadır, yürekten inanıyorum.

Telefonda konuşmamızın sonunda “ayrılma ve ayrışma çabaları, bu dinsiz imansızların ihanet katliamları çok acı veriyor bize” demişti dostum ve gözlerimi yaşartan şu sözlerle bitirmişti konuşmasını (Ben de o sözlerle bitiriyorum yazıyı): “Her şahadet haberinde bizim de yüreğimize ateş düşüyor… Karakollardan artık kara haberler gelmesin diye dua ediyoruz, asırlarca ezan susmasın diye binlerce şehit verdik birlikte, bayrak inmesin diye de vermeye hazırız. Şehit tabutları önünde haykırılan şu yemin, bilinsin ki bizim de andımızdır: Şehitler ölmez, vatan bölünmez!”