Vahdet Nafiz Aksu

ANA SAYFABUGÜNKÜ ERZURUMYEREL YAZILAR MAKALE / FIKRA / ÖYKÜ ERZURUM YAZILARI KİTABITÜM ŞİİRLERİM PDF

serbest  şiirlerimheceyle şiirlerim heceyle rübailer sesli şiirlerim resimli şiirlerimşiir sunuları

 

Vahdet Nafiz Aksu

E-KANAL CANLI YAYIN

TRT'DEKİ SÖYLEŞİLERİM

USTALARDAN SESLİ ŞİİRLER

ŞİİR VİDEOLARI -VNA

HER ŞEYİN BAŞLADIĞI ŞEHİR

ÖNERİLER/ETKİNLİKLER

STRATEJİK HEDEFLER

BELGELERLE ERMENİ ZULMÜ

NET KÜTÜPHANE

100 TEMEL ESER

TARİH/ KÜLTÜR SOHBETLERİ

OSMANLI TARİHİ

SARI GELİN KİMİN TÜRKÜSÜ

ERZURUM  FIKRALARI

ÖZGEÇMİŞİM

FOTOBEN

KİTAPLARIM



SÖZÜN SERHADDİ DUA




stratejik araştırma kurumları

araştırmacılar için kaynaklar

Türk dünyası araştırmaları

filozofların fikir dünyası

mevlana ney ve sema

Türk edebiyatı kolleksiyonu

edebiyat söyleşileri

düşünce dergi ve siteleri

e-kitap bankası

altı çizili satırlar

kuran ufku

öğrenciler için kaynaklar

ekovart tv-sanat haberleri

Türk islâm sanatları

kültür ve turizm bakanlığı

kent kent yeryüzü

yapı kredi kültür-sanat

gazetelerin birinci sayfaları

yerel medya

gazetelerin internet sayfaları

bebek ve anne com

gerekli tüm linkler



 
SIK DİNLEDİKLERİM

 




kelâm-ı kibar


 

 

  İletişim Formu


 

bu sayaçtan önceki ziyaretçi:
165900

 

 

Google Site

 

 

 
 
ALLAH BİZİM ORUCUMUZU KABUL EDİYOR MU ACABA?

Afrika’nın alamet-i farikası haline gelen fotoğrafları bilirsiniz.

Bir deri bir kemik masum yavrular, anneler.

Hatta neredeyse deri de gidivermiş, sadece kemik; yürüyen, oturan, yatıp kalkan iskeletlerden ibaret bir toplum.

***

İşte o siyahî Âdemoğullarından biri Suudi Arabistan'ın büyük Müftüsüne şöyle bir soru sormuş.

“Muhterem Müftüm, Aziz Hocam! Biz ne iftar ne de sahur yapıyoruz, ALLAH bizim orucumuzu kabul ediyor mu acaba?”

***

Büyük müftü ne buyurmuş, nasıl bir cevap vermiş bilemiyorum.

Bu ibretli vaka gerçekten olmuş mu, yoksa henüz nuru sönmemiş, kanı çekilmemiş temiz bir vicdanın sosyal medyaya yansıyan ilhamı mı?

Onu da bilmiyorum.

Eğer böyle bir soruya gerçekten muhatap olduysa müftü efendi… Kesinlikle hayal perdesine diğer bir siyahî Müslüman’ın nurlu çehresi düşüvermiştir.

Bilal-i Habeşî’nin…

Ve hala manevi sağırlığa duçar olmamışsa kulağı, onun ‘Allahuekber’ sedasını işitivermiştir.

***

Bilal-i Habeşî asırlar öncesinden şöyle fısıldamıştır Müftü Efendi’nin kulağına:

“Yüce Peygamber bize böyle öğretmemişti dini”

“Komşusu aç iken tok yatan bizden değil’ düsturunu talim ettirmişti bize.

“Bütün müminler kardeştir” hikmetini kılavuz kılmıştı bize.

Birkaç hurma, bir bardak sudan ibaret sofrasını paylaştırmıştı bize.

Paylaşmayı emretmişti bize.

Yememiş, yedirmişti bize.

İçmemiş, içirmişti bize.

***
Lisan-ı hal ile haykırılan bu nidayı işiten müftünün gözlerinin önüne Suudi Prensinin altın klozeti gelivermişti.

Altın klozeti hatırlayınca, kitaplardan okuduğu başka bir olayı da hatırlamıştı.

Sultan Fatih, hocalarını iftara çağırmıştı.

Vakit gelmiş, sofra kurulmuş, nefis yemekler tabaklara konulmuş idi.

Ama oruçlarını bir yudum suyla açıp, akşam namazına duran hocalar… Bir türlü ibadeti, tespihi bitirip de sofraya yüzlerini dönmüyorlardı…

Koca Fatih, huzursuz oldu.

Dedi ki hocalara;

“A benim yüce konuklarım, vakit tamam, sofra hazır, niçün teama tenezzül buyrulmaz!”

Artık Gürani mi cevapladı, diğerleri mi bilmiyorum, dediler ki: “Padişahım, şu altın denen nesne kullara haramdır da padişahlara helal midir? “

Ferman kıldı Fatih, derhal altın kaplar götürüldü, bakırları getirildi.

Böylece sofradan Peygamber kokuları gelmeye başladı.

Eyvah ki ne eyvah… Altın kapları sofra için kullanmaktan bir ihtar ve ikaz ile vazgeçen cihan padişahlarına bir bak, tıkındığı haram lokmaları altın klozetlere def-i hacet eden prenslere, krallara bak…

Hele şu bir deri bir kemik Müslümanlara bak…

Ensesi kolon, göbeği balkon müminlere bak…

Hele barınacak çadır bulamayan milyonlarca Müslüman’a bak.

Hele yüksekliği Kâbe’yi gölgelemiş yedi yıldızlı otellerde günahlarını yıkayan uyanıklara bak!

Hele beş yıldızlı otellerdeki iftar ihtişamına bak.

Hele sahur ve iftar yapamayan Afrika Müslümanlarına bak.

***
Baktı da o yüzden hüngür hüngür ağladı Suudi Müftüsü…

‘Ümmet-i Muhammed’ mi?

Muhammed işte şuracıkta, cennetinde istirahatta…

Amma ümmetten eser yok… Dedi…

Ümmet paramparça dedi…

Bir birinden habersiz dedi…

Güçsüz kuvvetsiz dedi.

Mecalsiz dedi.

Şuursuz dedi.

Gurursuz dedi.

O yüzden iki yakası bir araya gelmiyor dedi.

O yüzden işgal altında, esir, ateş içinde dedi.

Dedi, ağladı!

***

Tam yazıyı bağlayacaktım ki…

Gözüm bir başka habere ilişti.

Bu mübarek günde…

Akşam gideceğimiz beş yıldızlı iftarda envai çeşit nimete yumulduğumuzda biz…

Arakan'dan kaçıp Bangladeş'e sığınan Rohingya Müslümanları, gıda bulamadıkları için ağaç ve yeşillikleri yiyerek hayatta kalmaya çalışıyorlar.

Budistlerin tecavüze kalkıştığı Müslüman kızcağızlar, namuslarını kurtarmak için yakındaki bataklıkların kollarına bırakıyorlar kendilerini…

Açlık, ilaçsızlık, barınaksızlık had safhada…

***
9 milyon nüfuslu Sincan Uygur Özerk Bölgesi bu ramazan bir başka üzgün, bir başka mahzun.

Bölgede devlet memurları ve öğrencilerin Ramazan'da oruç tutması yasaklandı.

Başta biz olmak üzere, İslam âleminden çıt yok…

***
Somalili nefes alan iskelet kardeşimin müftüyü ağlatan sorusunu dün akşam kendime sordum:

‘Dünyada iftar ve sahur yapamadan oruç tutan milyonlar varken, dünyanın gözü önünde Müslüman kızlar tecavüze uğrarken, Müslümanlara oruç tutmak yasaklanırken, ALLAH bizim orucumuzu kabul ediyor mu acaba?”

Bu soruyu, her gün ekranlarda arz-ı endam eden ramazan mollalarına sorsak cevapları ‘inşallah eder’ olacaktır, muhtemelen.

Şekli fetva belki budur, lakin deruni hükmü Allah bilir!