Vahdet Nafiz Aksu

ANA SAYFABUGÜNKÜ ERZURUMYEREL YAZILAR MAKALE / FIKRA / ÖYKÜ ERZURUM YAZILARI KİTABITÜM ŞİİRLERİM PDF

serbest  şiirlerimheceyle şiirlerim heceyle rübailer sesli şiirlerim resimli şiirlerimşiir sunuları

 

Vahdet Nafiz Aksu

E-KANAL CANLI YAYIN

TRT'DEKİ SÖYLEŞİLERİM

USTALARDAN SESLİ ŞİİRLER

ŞİİR VİDEOLARI -VNA

HER ŞEYİN BAŞLADIĞI ŞEHİR

ÖNERİLER/ETKİNLİKLER

STRATEJİK HEDEFLER

BELGELERLE ERMENİ ZULMÜ

NET KÜTÜPHANE

100 TEMEL ESER

TARİH/ KÜLTÜR SOHBETLERİ

OSMANLI TARİHİ

SARI GELİN KİMİN TÜRKÜSÜ

ERZURUM  FIKRALARI

ÖZGEÇMİŞİM

FOTOBEN

KİTAPLARIM



SÖZÜN SERHADDİ DUA




stratejik araştırma kurumları

araştırmacılar için kaynaklar

Türk dünyası araştırmaları

filozofların fikir dünyası

mevlana ney ve sema

Türk edebiyatı kolleksiyonu

edebiyat söyleşileri

düşünce dergi ve siteleri

e-kitap bankası

altı çizili satırlar

kuran ufku

öğrenciler için kaynaklar

ekovart tv-sanat haberleri

Türk islâm sanatları

kültür ve turizm bakanlığı

kent kent yeryüzü

yapı kredi kültür-sanat

gazetelerin birinci sayfaları

yerel medya

gazetelerin internet sayfaları

bebek ve anne com

gerekli tüm linkler



 
SIK DİNLEDİKLERİM

 




kelâm-ı kibar


 

 

  İletişim Formu


 

bu sayaçtan önceki ziyaretçi:
165900

 

 

Google Site

 

 

 
 
ARKADAŞIM SORDU: NİYE YAZIYORSUN?

Arkadaşım samimiyetle sordu;
- Her hafta bıkmadan usanmadan yazıp duruyorsun. İyi de niye yazıyorsun?
Soru çok ani geldi. Birden ne cevap vereceğimi bilemedim. Biraz bozulmuş, biraz üzülmüş, biraz şaşırmış bir eda ile kulağına dedim ki:
- Sen niye yazmıyorsun?
***
Sorunun içimde bir yerlere nokta atışı yapması, üstelik on ikiden vurması boşuna değildi.
Klavye ile parmaklarımın buluştuğu birçok yazı macerasında yüreğimin beynime fısıldadığı benzer diyalogların aşinasıyım.
Arkadaşımın dillendirdiği soruyu en çok ben kendime haykırırcasına sormuşumdur:
- Niye yazıyorsun?
***
Birçok kişinin telepatik sinyallerle yolladığı aynı suali çok kere kulağımda hissetmişimdir.
- ‘Niye yazıyorsun, neden yazıyorsun, niçin yazıyorsun?’
Telefonda ya da rast geldiğinde ‘Üstat yazın harikaydı!’ diyen bazı dostların, yazıyı okuduklarında kendi kendilerine şöyle mırıldandıklarını tahmin edebiliyorum: ‘Bu adam kifayetsiz malumatı ve beceriksiz kalemiyle ne yazıyor böyle, başka işi gücü yok mu? Sanki yazdıklarını biz bilmiyor muyuz?’
***
Yazı macerası böyledir. Aşka gerekçe gerekmez. Biraz küçük yaşta vücuda girmiş ve aşısı olmayan virüs, biraz teneşirde yakanızı bırakacak bir huydur yazı.
Yanlış ifade etmek istemem. Sanırım Arif Nihat Asya şöyle demişti:
- Bir tek okuyucum olduğunu bilsem, yine de yazardım!
Size bir sır vereyim, üç beş okuyucum olduğunu bile bile çok kalem sallamışımdır, hem de üzerinde ‘Başyazı’ levhası bulunan köşelerde.
Matbaadaki arkadaşlara ‘Lehinde yazdığım biri varsa bir okuyucum garanti, aleyhinde yazdığım varsa birkaç okuyucu cepte hazır. Savcılık, Vilayet, Üniversite, Belediye Basın Bürolarını da sayarsak kendimizi okunan bir yazar sayabiliriz!’ diye takılırdım!
***
O zamanlar internet mucizesi yoktu. Ağ dünyasının sihirli bir parçası olmamıştık daha.
Şimdi biraz daha şanslıyız, yerel köşeciler olarak. Yazıyı yerleştiriyoruz Erzurum’dan, Ankara’dan site kutusuna… Basıyoruz ‘ok’ tuşuna… Ok yaydan çıkıyor ki sormayın.
İki dakika sonra Washington’dan, Berlin’den, Kahire’den yorum geliyor!
Yerelden küresele bir yol vardır bilinmez
Zamane yazarıyla gardaş başa gelinmez
Aman dikkatli yaz her ne yazacak isen
Googleye giren söz imkânı yok silinmez!

***
Arkadaşa cevap kabilinden sordum ya ‘Sen niye yazmıyorsun?’
Bunun üzerinde biraz duralım.
Erzurum sadece az okuyan şehir değil. Maalesef az yazan bir şehir.
Geçenlerde bir yerlerde gözüme ilişti şu anlatı, altını çizip not ettim.
Sefiller’in yazarı, meşhur Victor Hugo’ya bir gün; ‘Hayatında en çok mutlu olmanı sağlayan iltifat nedir?’ diye sormuşlar. Victor Hugo cevaplamış:
“Bir akşam tiyatrodan eve dönüyordum. Dış kapıya geldiğimde anahtarı yanıma almadığımı fark ettim. Bu arada çok şiddetli bir şekilde ufak su dökme ihtiyacım vardı. Evde bulunan aşçım kulakları ağır işittiği için bir türlü zilin sesini duyamadı. Ben de artık dayanamayacağımı anladığım için, hemen evimin duvarına ufak su dökmeye başladım. Tam o sırada bir sarhoş belirdi ve benim omzuma vurarak:
‘Bana bak utanmaz herif! Koskoca Victor Hugo’nun duvarına su dökmeye utanmıyor musun? Defol git buradan bakayım!’ dedi.
“İşte, hiç tanımadığım, halktan birisinin bu şekilde bana değer vermesi, aldığım en samimi övgüydü.”
***
Artık en dayanıklı kemikleri bile toprak olmuş ecdadı bir yana bırakırsak, son elli altmış senede ‘duvarına tükürülmesi sarhoşların bile içine sinmeyeceği’ zatlar kimlerdir diye bir liste yapayım dedim zihnimde…
Hatırıma pat diye rahmetli Gullebi, Teyo Emi geliverdi. Severim kendilerini. Listeye dâhil ettim hemen… Altını üstünü de doldurdum. Gerçekten çok kıymetli hemşehrilerimiz var. Ama sayılarının artması lazım. 21.Asra çok sağlam, dallı budaklı ilim, irfan, kültür kökleri salmamız lazım, bu topraklardan.
Ne diyor Çinliler : ‘Ağaç dikmek için en iyi zaman yirmi yıl öncesidir, ikinci iyi zaman şu andır!’
Liste bana kâfi gelmedi. Hadi bir liste de siz yapıp, gönderin bana.
***
Yazmak sesli düşünmektir. O yüzden dostuma ‘Sen niye yazmıyorsun!’ diye sordum.
O soruyu buradan hepinize soruyorum.
-Siz niye yazmıyorsunuz?
Ve düşündüm de dostumun ‘Niye yazıyorsun?’ sorusuna şu anda daha tutarlı bir cevap verebiliyorum:
‘Siz yazmıyorsunuz diye!’
Unutmayın, en bereketli, en masum; hatta en faydalı gevezelik ‘Kalem geveziliği’dir!